Yeni bir başlangıç: Malezya

Ulas’lar Malezya’da

Malezya’da yaşayan ne ilk Türk’üm, ne çevremizde yurtdışına taşınmış göçmen hayatı yaşayan ilk kişiyim. Buraya gelmeden araştırmalar yaparken çok kıymetli bir insanı bulmuş ve ondan bir sürü şey öğrenmiş olsam da (sağ ol var ol Zehra, cansın), bir çok göçmen hayatı yaşayan arkadaşımla yazışmış hatta zoom’dan kahveler içmiş olsam da (Özlem, Betül bi tanesiniz..), insanın bu işi kendi deneyimlemesi bambaşka! ☺️ Yine de merak edenler için iki satır (yine destan tabii) yazayım. 😄

Öncelikle İngilizce seviyeniz ne olursa olsun, daha önce yurt dışında yaşamadıysanız veya ailenizde bir native speaker’a maruz kalmadıysanız zor, vallahi de zor billahi de zor. Barış buraya Nisan başında geldi. Bizim ev & okul seçmek için geldiğimiz bir 10 günlük ziyareti saymazsak taşınmamız Haziran sonunu buldu. Biz gelene kadar bence Barış çoktan halletmiş o konuyu. Hala zorlanıyorum diyor ama yalan, ben şahidim gayet iyi. Yine de şimdilik onun yerinde olmak istemem. Abi 5/10 (7/24 gibisinden, hatta bazen 7/19) full İngilizce konuşup, tek kelime Türkçe konuşamadan dert anlatılır, sunum yapılır, tartışılır, ekip yönetilir, yöneticine meram anlatılır mı yaw! ☺️ (Barış ve bilimum göçmen arkadaşlarım bu satırları gülümseyerek okuyorsunuz biliyorum) Size hayranım!💙 Ben bi settle down olayım, o işe sonra bakarız belki. Şimdilik burada expat karısı olmak da zor. Efendim gelelim yavaş yavaş zorluklara.
*
Bir kere ilk aklıma gelen, bilimum ev işleriyle hep ben ilgilendim. Öncelikle evdeki iş bölümümüzü aktarayım. Barış çalışıyor (evet yine bildiğiniz gibi bol mesaili, onda hiç bi değişiklik yok) eve para getiriyor, faturalarımızı ödüyor; ben geri kalan tüm işler, tamirci, ev işleri, temizlikçi, Deniz’in tüm okul işleri, Deniz’in yaşadığı bu büyük değişiklikte gerekli psikolojik desteğin verilmesi ☺️ ile ilgileniyorum. Özetle burada yaşamamız için tüm maddi destek Barış’tan, tüm manevi destek ve sorumluluklar benden.
*
Bu noktada önce tamirci işlerinde zorlandım. Böyle bi çırpıda okuyunca bunları, çok kolay gibi gelecek sizlere ama bazen valla canım çıktı. Mesela şu tamirci süreçlerinde. Abi ne bileyim ben, davlumbaz ne demek, ocak düğmesi ne demek, sıcak su borusu ne demek! (en kolayı da buydu) Sonra başladı temizlikçi süreçleri, orada da toz almayı, süpürmeyi öğrendik ☺️ ‘Canım orayı kireç izi bırakmayan şu sprey ile silebilir misin? Bugün köşe bucak temizleyelim lütfen.’ Mesela eline sağlık demek istiyorum ‘good Job’ mı denir abi veya kolay gelsin demek istiyorum mesela, sitenin görevlilerine ‘good luck’ mı denir. Ortaya gülümseyerek bi ‘hello’ bırakıyorum site görevlilerine, artık idare ediyorlar ama kolay gelsin diyememek içimi sıkıyor. Güzel Türkçemiz. 💙-ki ara ara benim de katlettiğim. Öf ya derdin de bu mu diyorsunuz değil mi, evet şekerim bu. ☺️ Yeri gelmişken temizlikçi ücretleri sorulmuştu bana, yanıtlayayım: Burada da pahalı. Fakat pahalı anlayışı bence çok değişken. Yani kimi buranın parasına göre sadece rakam olarak bakıyor, kimi 4le çarpıp TL’sini yorumluyor. Rakam olarak TR’de aldığınız rakamın 4 katını alarak buraya geldiyseniz rakam olarak bakıp kıyaslamanızda hiç bir sorun yok. Ama öyle bir rakam kazanmıyorsanız bence burası ucuz bir yer hiç değil 😅 Ben size temizlikçi ücretini söyleyeyim, bu minvalde hangi şekilde yorumlayacağınıza siz karar verin. Saatlik ücreti 25RM ve 4 saat geliyor 100RM ödüyorum. Tr kafasıyla 4 saati 400TL olarak düşünebilirsiniz. Siz nasıl yorumladınız bilmiyorum ama bence pahalı 😄
*
Gelelim Deniz’in okuluna ve bana etkisine. Öncelikle çok yoğun bir okul 😁 Belki sadece sömestr yeni başladı diye bilmiyorum ama çok fazla iş var. O formu doldur, bu formu doldur, o toplantıya git, bu toplantıya git. Bence çok iyi bir şey, hiç bir itirazım yok ama çok yorucu. Hiç aşina olmadığım okul organizasyon şemaları var. Okul görevlileri var, gönüllü velilerden oluşan görevliler var, veli sınıf başkanı diyebileceğim biri var, WhatsApp grupları vs malum… Yorucu anacım. 😅 Bu tür toplantılarda upper intermediate ingilizcemle başlıyorum, çok kısa bir süre sonra intermediate ingilizcemle 1, bilemedin 2 saat kadar bunu sürdürüp, 2 saatten sonra beginner Ingilizce ile muhabbete devam ediyorum. 😂 Beynim yorulup beginner’a dönüştüğümde içimden bi ses ‘bi sus Pelin, soru sor bırak onlar konuşsunlar, amaaan onu da anlatmayıver’ diyorum ama malum benim adım Pelin konuşmazsam çatlarım çünkü. 😁Bu arada dedim ya 1-2 saat sonra beginner’a dönüşüyorum diye.. Şunu gördüm burada, bazen Upper intermediate ile beginner arasındaki çizgi çok ince! 😂 Bir gün nasıl başardım hiç bi fikrim yok, güzel güzel konuşurken womens dedim mesela! O sırada Barış’a bir bakışım var, tepeme bi tencereyle vur da yer yarılsın içine bi gireyim üstüm kapansın betonla, kimse görmesin beni, hiç yaşanmamış olsun o an dedim. Womens ne ya!! 🤦🏼‍♀️
*
İşin güzel tarafı burada kimse İngilizce’nize gülmüyor, yani tabii hiç bir memlekette ‘insan olan’ gülmez de yani önemsemiyorlar, o konuda inanılmaz anlayışlılar. Deniz’in okuldaki velileri çeşit çeşit memleketlerden expat olarak gelmiş kişiler ve onların karıları/kocaları. Mesela benim gibi expat karıları olduğu gibi sayıları azımsanmayacak kadar expat kocaları da var 🙂 Fakat buranın yerlilerine geldiğinizde beni en mutlu eden şey, yabancı bir ülkedeyim ve bildiğim tek dil (beginner Fransızcamı saymazsak) İngilizce ve buranın yerlileri İngilizce konuşuyor! Çöpçüsünden profesörüne herkes İngilizce biliyor. Almanya’ya, İtalya’ya gitsek bu kadar rahat edemezdim. Burada yaşadığım tamirci, temizlikçi iletişimlerine şükrdiyorum! Başka memlekette İngilizce bilen tamirci, temizlikçi nereden bulayım!…
*
Burada en büyük sıkıntım sevdiklerimden uzakta olmak. 🥺 Öyle böyle bir sıkıntı değil bu. Yaşayan bilir. Yaşayan ve alışanlara buradan selam olsun. Şu an beni çok zorluyor. 41 senelik hayatım, köklerim buradan 13K km (yazıyla on üç bin kilometre) ötede. Aklım onlarda. Birinin başı ağrısa baş ağrısı geçene kadar bana zaman geçmiyor. Benim başım ağrısa bi anda kendimi yalnız hissediyorum -ki çok şükür çekirdek ailem dışında şu hayattaki en büyük destekçim annem yanımda olmasına rağmen. O gidince görün bir de beni. O da aklımın kaldığı insanlardan biri olarak 13K km öteye gidecek. En büyük zorluk da 5 saat ileride olmamız. Sabah 6’da kalktığımda orada saat gece 1, burada saatler geçiyor öğlen 12 oluyor, orada daha sabah 7. Veya sevdiklerim işten eve geliyor, hemen hızlıca bi akşam yemeğini de yiyip belki bir şu Pelin’i arayayım demek istiyor ama o da ne 😳 orada saat 20 ya, burada gece 1. Dolayısıyla aramak, aranmak dert.  Bir arkadaşım ‘arkadaşsız kalmak nasıl bir duygu’ diye sormuştu, biraz zor bir duygu. Sevdiklerinden, köklerinden kilometrelerce uzakta olmanın bana verdiği yetkiye dayanarak çok insana kırılmışlığım vardır. Ama güzel tarafı, benim en iyi arkadaşım Covid’de şehir dışına taşınmıştı zaten. Dolayısıyla bizim için büyük bir değişiklik olmadı. Sürekli elimizde telefon whatsapplaşıyoruz. O ve bazı sevdiklerimle Zoom’dan kahveler içiyorum, virtual meetings 🙂 Kısaca yanyana olmak istedikçe bir yolu bulunuyor bir şekilde. Onunla da yetinmek gerek.
*
Genel olarak Kuala Lumpur ve burada yaşamdan bahsetmem gerekirse tablo çok kötü değil. İstanbul’da yaşamdan çok farklı değil. Daha bile iyi diyebilirim açıkçası. 💙 En büyük fark gözüm yeşile doyuyor, buna bayılıyorum. Bildiğiniz üzere geldiğimden beri (belki 12 ay böyle olacak bilmiyorum) ama her gün yağmur yağıyor, dolayısıyla betonun arasından yeşillik fırtlamasına şaşmamak lazım. Barış bana dönüp ‘Malezya’ dediği ilk günü unutmuyorum. Hayalimdeki şeriat olan Malezya, bu gördüğümden çok bambaşkaydı. Böyle şeriat nasıl oluyor henüz tam anlayamadım. Şöyle bahsedeyim biraz buradan, Malezya halkının (yüzdeleri Wiki’ye dayanarak iletiyorum) %55’i Malay, %25’i Çinli, %10’u Hint ve geri kalan %10 da çeşitli diğer etnik gruplarmış. Yani bir şeriat ülkesinde başka dinlerdeki halkla resmen -gördüğüm kadarıyla- kardeş kardeş yaşayan bir toplum var. Cami var -ki o ezan sesi insanı evinde hissettiriyor- az ileride budist tapınağı var. Buraya ilk ev & okul bakmak için geldiğimizde otelde bikinimle güneşleniyordum ve havuza baştan aşağı çarşaflı biri girdi; bana kötü kötü bakacak diye çok endişelendim ve göz ucuyla ara ara baktım önümde yüzerken ama bir kere bile bakmadı. Sonra da böyle nice olay gördüm, burada ne bikinili, mini etekli çarşaflıya bakıyor; ne çarşaflı bikiniliye mini etekliye cıkcıkcık çekiyor. Burada herkesin dini kendine- tam hayalimdeki gibi. Burada başka dinlere inanlara anlayışsız yaklaşan, cıkcıkcıktan ötesini söyleyen, puta tapıyorlar geyiğini yapınca Allahtan sevap point kazandığını düşünen tek kişinin Türk olduğunu duymanın derin üzüntüsünü yaşadığım da oldu. Sanki ona öbür tarafta elimizden tut dediler. Sana ne! Çok din konusuna girmek istemiyorum ben ama baktığı insanın dini ne olursa olsun ona baktığında Allah’ı görebilen insanlarla dolduruyorum çevremi ben her yerde olduğu gibi. Misal, Batu Cave’a gittim, kocaman bir Lord Murugan heykeli arkasında 272 basamak (çıkan biri olarak söylüyorum o 1272’dir olsa olsa) çıkıyorsun ve bir tapınak. Benim onların inanışlarına göre hareket edip onları anlamaya çalışmak ve kendi inanışıma göre Allah’a dua etmek hoşuma gidiyor. Neyse derin konular. Geçtim. Özetle çeşitlilik güzel, çok güzel. 💙 Hepsinin geleneklerini öğrenmek dinlemek güzel. Yerel halk çok yardımcı. Bir yer nerede diye soruyorsun, adam dükkanından çıkıp sana tarif etmek için belli bir süre seninle yürüyüp gösteriyor mesela. Sadece aşırı kuralcılar. Bu ne saçma kural, bi inisiyatif alsana kardeşim diyesim geliyor bazen karşımda ‘cannot cannot’ diye söylenen insana. 😂
*
Dediğim gibi yaşanan sıkıntılar bir yanda, güzellikleri de öte yanda. 12 ay boyunca 30-40 derece sıcaklıkta bir memleket olmasının bile bazen özenilesi güzelliği, bazen kaçılası bir kötülüğü oluyor. Ama genel olarak burayı sevdiğimi söyleyebilirim. Şimdi şansım annem bir 2-3 hafta daha burada ve bana inanılmaz destek oldu. Hem manevi destek, hem de yemek işi tamamen ondaydı. Hiç ne yapacağım diye düşünmediğim gibi, yemek hazırlamakla uğraşmadım. Yaprak sarmasından, tarhana çorbasına, karnabaharından köfteye aklınıza ne gelirse evde Türk yemeklerini yiyebilmemize olanak sağlayan bir kraliçe kendisi. 💙🧿 Allah nazarlardan saklasın, bu vesileyle hepinizden kendisine bir maşallahınızı, duanızı artık hangisini uygun görürseniz alırım 🥰🙏🏻
*
Yeterince destan kıvamında anlatmış olmama rağmen elbette anlatacak çok şey var ancak ana hatlarıyla durumu biraz çizmeye çalıştım. Tüm bu yazdıklarımı metaforlaştırmak gerekse bir teraziyi düşünürdüm. ⚖️ Bir kefede özlem, bazı kırgınlıklar, çeşitli zorluklar var; diğer kefede ailemle keyifli bir hayat. 💙🙏🏻 Keyifli bir hayatın ağır basması dileklerimle yazımı noktalıyorum. Kendinize çok iyi bakın, aklımı sizde bırakmayın! 🥰
*

Kitap tavsiyeleri


Geçtiğimiz hafta Deniz’e 6 kitap aldım. Sizlere bugün onları tanıtacaktım ki Deniz “ben anlatayım” dedi. Buyrun kendisini okuyunuz 🙂 O da blogumu ele mi geçirmiş oldu ne! 🙂 Bu da bir çeşit takeover sanırım:)

 

Buyrun top Deniz’de:

Ben İnsanım: Çok güzeldi. İnsan olmayı, olduğun gibi kendini kabul etmeyi anlatıyor.

Virüs Savaşçısı- Çocuklar için sağlıklı kalma klavuzu: Bu kitap çok güzeldi. Corona’dan korunmayı öğretiyor. Her ayrıntılı bilgiyi anlatıyor. En arka sayfasında kitapla ilgili testler var. Bu benim çok hoşuma gitti.

Virüs Savaşçısı- Çocuklar için zaman geçirme klavuzu: Bu kitabı daha bitiremedim. Ama şimdiye kadar çok güzel şeyler anlatıyordu. İçinde evde yapılabilecek bir sürü aktivite ve eğlenceli şeyler var. Ben bir kısmını yaptım. Alüminyum folyo ile heykel yaptım mesela. Epey yaratıcı şeyler var. Çocukların zihnini geliştiriyor. Çok eğlenceli bir kitap. Her boş zamanımda zevkle okuyorum ve yapıyorum.

Mesafeyi Koruyalım: Onu daha okumadım ama sosyal mesafeyi anlatıyor. Anneannesini ve dedesini özleyen Duru isimli bir kız var. Corona sebebiyle sosyal mesafeyi ve diğer yapmamız gereken şeyleri anlatıyor gibi gözüküyor.

Matematik Delisi- Büyücü Okulu: Bu kitabı da daha okumadım. Ama çok güzel ve çok eğlenceli olduğunu düşünüyorum. İçinde eğlenceli oyunlar, matematik öğreten oyunlar, bilmeceler var. Arkasında da baya güzel stickerlar var.

Çocuklar İçin Zihin Beden Uyumu: Bu kitabı okumadım. Annem almış ama hiç ilgimi çekmedi. Ne var içinde anlamadım. Şimdi annemle biraz okuduk. İçimizdeki ışığı öğretti şimdiye kadar. Zor duygularda neler yapabiliriz söyledi. Arada bir okuyacağız. (Anne notu: 7-12 yaş demişler ama benimki gibi bu konulara aşina bir çocuk için bile 7 yaş erken. 8-9 yaş için daha iyi olacaktır.)

En güzel uykular

Hummalı diş fırçalama ve bilimum yatış işlemlerini kızımdan önce bitirmiş biri olarak yatağıma yattım ve gördüğüm bu manzara 20dk meditasyon yapmışım hissi uyandırdı bende. Çünkü bugün, 8-10 günde bir babasının bize hediyesi olan ana-kız koyun koyuna uyuma günü!

Yıllar yıllar önce uyku eğitimi verirken, bana burun kıvırıp “şimdi böyle onu eğitiyorsun ama sonra çok ararsın bugünleriiiiii… şöyle birlikte uykusuz her geceee şarkıları söylemek varken büyük hata yapıyorsunuz uyuyarak ayrı yataklarınızdaaaa” demişlerdi bana. Şimdi gençler, kızıma 4-5 aylıkken uyku eğitimi vermiş bir 7 yaş annesi olarak söylüyorum ki “gerçekten düşündüğüm kadar müthiş bir şey yapmışım!”

Çünkü tek başına misler gibi uyumayı öğrendikten sonra dilediğiniz kadar birlikte yatabiliyorsunuz. Üstelik uykusuz gecelerde değil birlikte uykulu gecelerde buluşuyorsunuz. Birbirinize masal anlatıp veya “anda burada” app’indeki masallar eşliğinde birbirinizi koklaya koklaya uyuyabiliyorsunuz.

Ve o akşamlar var ya, hayatınızın en mutlu akşamlarından biri. 💙🙏🏼🧿

Çok sevgilerimle..

Uzun zaman sonra sitemde yazmış olmanın mutluluğuyla…

Ve bir not daha: Şu fotoğrafın güzelliğe bakar mısınız? Orada annesinin yanında yatmaya hazırlanan ve ihtiyacı olan her şeyi heyecanla getirip bırakıp koşa koşa diş fırçalamaya gitmiş bir kız var.

Denizci Dede

“Ne zaman bir kitap okusan,

bir ağaç gülümser ölümden sonra yaşam olduğunu bilen.”

S.Karaismailoğlu

 

Yazılarımdan takip edenler çok iyi bilir, uyku rutinimizin en önemli parçalarından biridir uyku öncesi kitap okumak. Deniz’in bayıldığı bir aşama.. Her akşam o okunacak kitabını seçer, bizim odaya gideriz, ortamıza yatar ve babası Deniz’in seçtiği kitabı okur.

Deniz yeni doğmuştu, etrafında onu seven herkes vardı, annesi, babası, ananesi, babannesi, dedesi, herkes – bir kişi hariç! O bir kişi benim hayatımın en önemli iki kişisinden biriydi. Benim için çok özeldi ve  ne evliliğimi görebildi, ne de şimdi torununu. O bizsiz kaldı evet ama ölüm olduğu zaman hep kendimize üzülürüz. Biz onsuz kaldık. Sarılmamız gereken çok konumuz vardı, Deniz’in oynaması, öğrenmesi gereken çok konusu vardı ama o yoktu. O zamanlar dedim ki, Deniz’e dedesini tanıtacak bir kitap yapayım.

Ve fakat gel zaman git zaman, işler öyle yoğundu ki.. Hele ilk zamanlar sürekli şehir dışları. Sonrasında bitti mi bitmedi kurtarılacak koskoca bir şirket vardı! Zamanı mıydı şimdi Deniz’e kitap yapmanın canım?! Yine de boş durmamıştım, nasıl yaparım düşünüp tasarlamıştım, nerede basarım çalıştığım baskı firmasının sahibiyle konuşmuştum. Adam hissetmiş gibi “sen bir yaz da hele, baskı işi bende çok keyifli bir tasarım da yaparım ona” demişti. Sağolsun kulakları çınlasın. Tabi ben yapamadım. Ama çok yoğundum yani. Kendimi iş için paralamalıydım, Deniz için değil.

Aaaah ahh..

Neyse sonunda çok şükür dün, 15 Ekim 2018, bu projemi homemade&handmade hayata geçirdim. 🙂 Önce bir dedesini tanımasını istedim. Dedesi kimdir, neler yapar, neleri sever, hayalleri nedir.. Sonrasında Deniz’in tepkisine göre devam ettiririm diye düşündüm.

Ve gece hemen okuduk. Çok beğendi. Macera devam etsin istedi.. İyice okusun, ezberlesin, sonra belki Denizci Dede’den ona sihirli bir mektup bile gelebilir 😉

Ah! Buarada unutmadan! Bana ara ara bu proje evrenden, Allah’tan sürekli hatırlatılıyordu. İşaretler sağlamdı, e hadi artık diyordu. En son 3-5 ay önce bir kitap gördüm kitapçıda! Redhouse Kidz yayınlarının DEDEMİN ADASI!.. Çok dikkatimi çekti ve hemen arkasını okudum. O gün bugündür ne zaman Barış olmasa ve benim kitap okumam gerekse mutlaka arka kapağını da okurum:

Hiç bir zaman değişmeyecek bir gerçek vardır: Sid, dedesini çok sever, dedesinin de onu çok sevdiği gibi.

Dünyaca ünlü yazar-çizerden, sevdiklerimizin ne kadar uzağa da gitseler hep yakınlarımızda olduğunu gösteren, ödüllü eser.

 

Anne ben süper miyim?

Öncelikle şöyle başlayayım. Oldum olası şu çizgi filmlerden süper kahramalardan falan korkmuşumdur. 5,5 yıllık kısa hayatımız boyunca hiç yoksa 20 kere (ay belki de 50) bizim kuş olmadığımızı, uçamadığımızı, bazı şeylerin sadece çizgi filmlerde olduğunu, süper güçlerimizin olmadığını, bunun gerçek olmadığını, gerçek ile hayal ürünü arasındaki farkları tüm gücümle, ısrarla anlattım. Böyle gittik geldik, ne çizgi filmler izledik. Bilmiyorum Incredibles 2 ve 1’i defalarca izlemesinden mi yoksa yavrunun o esnada takdir edilmeye mi ihtiyacı vardı bilmiyorum bir gece ansızın, uykuya dalmaya 30sn kala “Anne ben süper miyim?” diye sordu.

Bir 15-20 saniye kadar düşünme hakkımı kullandım. Çünkü bir yandan süpersin deyip egosunu şişirmek istemedim. Etraf kendi varlığının, etraftaki diğer varlıklardan çok daha değerli olduğunu zanneden, bencil, egosu şişkin, narsist insanlarla dolu. Öyle biri olmasını istemiyorum. Ama öyle biri olmayacak diye kendini diğer insanlardan daha değersiz zanneden, en acı anlarında bile kendi acısını bırakıp başkalarını teselli eden, kendini önceliklendiremeyen özsaygısı düşük biri olmasını da istemiyorum. Kısaca bir kaldım öylece, sonra kendimce dedim ki “yeterince süpersin güzel kızım, herkes kadar, yeterince iyi ve yeterince değerlisin!”

Bunu diyebildim 15 saniyede. Belki ayağıma gelen topla daha iyi bir şut çekebilirdim ama bu kadar oldu. Ama herhalde “yeterince” güzel oldu ki saniyesinde mutlu bir gülümsemeyle uykuya geçti aniden..

Yeniden Merhaba! :)

okulda oglen

Çalışma hayatı, annelik ve çocuktan al feedback’i üzerine..

Çooook uzun zamandır siteme yazamıyordum. Fakat madem ki şu an çalışmıyorum, o halde yine deneyimlerimi paylaşma zamanı geldi diye düşündüm. Bu sefer de hangi konuyla sahnelere dönsem diye düşündüm düşündüm ve sonunda bu kadar fazla düşünmemeye karar verdim. 🙂

Çalışma hayatıma zorunlu olarak kısa bir süre ara vermiş olmak en çok Deniz’e yaradı! Yıllardır görmediği annesini bulmuş gibi sevinen Çonçik, resmen huy değiştirdi. Meğer çocuk beni çok seviyormuş. Ben onun canı, minnoş annesiymişim, dünyanın en güzel annesiymişim, beni babasından bile çok seviyormuş (babababa) ve fakat yıllardır içine atmış bunları yaw! İlk defa duyuyorum, ilk defa böyle seviliyorum!

O kadar özeniyoruz, ediyoruz, yine de çocuklarımız üzerinde farkında olmadan ne travmalar yaratıyoruz küçük küçük.. Aslında hayatın akışında bazı şeyleri farkedemiyoruz veya farketmek istemiyoruz.

Çünkü ilk part time olarak işe başladığımda, o zamana kadar yapışık ikiz gibi dolaşmak zorunda kaldığımız dönemlerde beni protesto eder gibi emmeyi bırakmıştı! İlk feedbackini o zaman vermişti belki de, ama ben anlamamıştım. İçinden süt gelmeyen bir kaynakda sakinleşebilen huzur bulan (bir şekilde ihtiyacı vardı ve en iyi pacifier benim vücudumdu) ve ben işe başlamıştım! Sonra normal de çalışmadım ben. Benim tercihimdi, ben normal değildim ve geceli gündüzlü çalıştım, Deniz’le çok az ilgilendim. İlk yıl sürekli şehir dışındaydım. Böyle böyle Deniz baba düşkünü oldu. Ki kızlar default olarak baba düşkünü doğarlar zaten, kendimden bilirim. Sonrasında da iş yoğunluğum, seyahatlerim hiç azalmadı. Ben annelikten ziyade çalışmak için yaratılmışım, anneliği beceremem de HR’lığı çok iyi beceriririm diye düşünmüştüm herhalde…

İkinci feedback üç beş ay önce gelmişti  (aralarda farkında olmadan yediğim başka feedbacklerin olduysa kusuruma bakma yavrum). Resim çizmiş bana gösterdi, nasıl olmuş anne diye. Baktım esmer uzun boylu bir adam (Barış), yanında da biraz daha kısa sarı saçlı bir kadın çizmiş. Bilirim ki o boyut benim boyutum, çünkü Deniz kendisini babasının yarısı kadar çizer küçük çizer. Ay ne güzel çizmişsin diye konuşmaya başladım. Barış’tan bahsettim, sonra sıra sarışın kadına gelince demez mi “O benim!”. “E, peki ben neredeyim?? 🙁 ” dedim, yapıştırdı cevabı “SEN İŞTESİN!” Ki biz buna kurumsal hayatta feedback diyoruz işte. Feedback veremeyen nice yöneticiye kapak olsun.

İşten ayrıldığım hafta Deniz ile bol bol ilgilenmeye, oynamaya, yedirmeye içirmeye, okula götürüp getirmeye başladım ve bir hafta geçmeden döndüm Barış’a teşekkür ettim. Ben yokken onu çok iyi yetiştirdiği için!.. 🙂 -Beni tanıyanlar bilir, kendime haksızlık etme huyum hiç geçmiyor! 🙂

Bugünlerde ise göbekbağımız hiç kesilmemiş gibiyiz. Ona okula gitmenin, işe gitmenin önemini anlatsam da, sürekli olarak okula gitmek istemediğinden, hep benimle olmak istediğinden yakınıyor. Ben de ona okulumuz varsa okula gideriz, işimiz varsa işe gideriz diye anlatıyorum. Sen hiç benim işim olduğu halde işe gitmediğimi gördün mü? diyorum. Görmedi, ateşler içinde gittim, 20lik dişim çekilecek diye dişimin üstünden geçen kemik kesildi narkozsuz, yine işe gittim. Tatillerde hep çalıştım. Görmedi hiç, anladı sustu.

Ve yine bu sabah! Bu sefer okula anneannenin bırakmasını istedim. Kapıdan çıkarken ağlamaya başladı yine. Aşağı indi sokakta ağlamalar devam etti. Balkondan ikna etmeye çalıştım ama yüzü dudakları eğe büke hıçkıra hıçkıra ağladı. Söz doktordan sonra bir 5 dakika sana uğrayacağım dedim de öyle yürümeye ikna ettim. Ama okula gidene kadar ağlamış durmuş. Doktordan çıkınca da söz verdiğim için hemen uğradım. Koşarak atladı üstüme, öpüştük koklaştık. Ve hadi gel anne fotoğraf çekelim dedi ve bu fotoğrafları çektik.

Ah! Bir de unutmadan, geçen gün de bir feedback vermişti. Okuldan dönerken bana “anne biliyor musun ben büyüyünce hiç çalışmayacağım çocuğuma bakacağım” dedi. Sen bana çektirdin ben yavruma çektirmeyeceğim’in kibarcası. Peki kızım eve yemek, giysi nasıl alacaksın, çocuğunu yüzmelere, okullara nasıl götüreceksin vs deyince “o zaman 1 gün çalışırım 1 gün çocuğuma bakarım” dedi. Bulmuş çocuk optimum çözümü işte! Part time çalışırım diyor, hayatı kaçırdıktan sonra sen ne için çalışıyorsun ki diyor.

Demem o ki keşke ben de böyle bir iş bulsam.. Şu kriz ortamında bir akan param olsa cebime doğru, bir de çonçiğimle ilgilensem, kendimle, eşimle ilgilensem..

E hadi inşallah!

İlginizi çekebilecek diğer yazılarım:

Çalışan Anne etiketine tıklayabilirsiniz veya tam da buraya!

Beğendiyseniz yorum bırakmayı ve paylaşmayı unutmayın lütfen 😉

Deniz’in tuvalet eğitimi

image

çok beklediğimizi söyleyebilirim. Deniz artık hem kakasını hem çişini söylemeye başlamıştı. 3 yaşına kadar bekledim açıkçası. Biraz havalar ısınsın diye biraz da bez kolay geldiğinden, itiraf ediyorum. Malum çişim geldi dediğinde başlarda tutabilme süresi o kadar kısa ki haldır huldur wc aramak ve kızımı oturtacak temizliği hijyeni sağlamak çok zor o kadar hızlı bir şekilde. Erkek olsa yine daha kolay..

Derken Deniz’e bir hafta 10 gün bez muhabbeti yaptık. Bak İrem kullanmıyor, büyümüş; bak o bebek kullanıyor çünkü o bebek vs.. O tuvalet eğitimi kitaplarından/masallarından hiç okumadım. Bazen o masallardan hiç aklında olmayan korkuları öğreniyorlar çünkü. Örneğin kakasından ayrılmak istemeyen ve başına neler neler gelen korkunç bir kitap önerdiler, dedim kalsın! Nitekim hiç bi zaman kakasını yapmaktan sifonu çekmekten korkmadı. Birilerinden veya masal/çizgi filmlerden öğreniyor böyle korkuları. Örneğin karanlıktan korkmayan, canavar diye bir şey duymamış çocuk sağolsun Caillou çizgi filminden bunları öğrendi. Kısaca birileri kafasınakorkuyu sokmazsa default bir korkuyla gelmiyor bunlar, fabrika ayarlarını bozmayın.

Nerede kalmıştık? Önce gece bez koyalım dedik sonra dedik ki geçti mi bir kerede geçsin. Aksi taktirde kafası karışacak, bez yoksa yoktur varsa vardır. Sabah yok akşam var, çişte yok kakada varbişeylerlafa karışıklığı yapar dedik. Bir kaç gün geceleri 3-4 kere kaldırıp çişe tuttum. Bir 10 gün sonra 2ye düşürdüm. Şimdi gece 12 gibi bir kez kaldırıyorumo kadar.

Çok kolay bir eğitim oldu bizimkisi. Kazası çok çok az oldu. Ama bunun sebebi eminim 3 yaşına kadar beklemiş olmamız.. Ne alıştırma kilodu kullandık, ne lazımlık vs. Direkt pepeli bir tuvalet kapağı ile başladık bu işe..

işte bizim deneyimimiz..

Kızımla işe yarar oyunlar oynamak ister misiniz?

11709549_10153497386273708_645878221769545530_nDeniz’in hayatı keşif.. Bu yaştaki her çocukta olduğu gibi.. Şu an hayatı keşfediyor, hayatı öğreniyor. Ağzınızdan çıkan herşeyi öğreniyor, sustuğunuz herşeyi öğreniyorlar, yaptığınız her davranışı, sesinizin tonuna, bakışınıza kadar kopyalıyorlar… Öyle kopyalıyor ki bazen ona “papağan!” diyoruz, bize hemen “papağan” diye cevap veriyor. Papağan’ı bile tekrar ediyor yani 🙂

[Read more…]

Hayatı kaçırıyor muyum?

IMG_3804Son zamanlarda bir çok şeyi ihmal ettiğim gibi bu siteyi de ettim, kabul. İş hayatımın önceliğim haline geldiğinin farkındayım. Dengemin bozulduğunun da.. Hayat benim için Deniz demekse, korkuyorum acaba hayatı kaçırıyor muyum? Deniz yeterince mutlu mu? Neden beni gördüğünde tuhaf tepkiler veriyor? 2 gün görmeyip bir anda gördüğünde gördüğüne şaşırmıyor, sanki günlerdir yanındaymışım gibi oyununa devam ediyor. Fakat üstümü değiştireyim diye odama geçtiğimde sanki dünyanın öbür ucuna gitmişim ve dönmeyecekmişim gibi ağlama krizine giriyor. Gel diyorum gelmiyor da.. Öööyle ağlıyor.. Kucağıma alıyorum, trip atmıyor hemen sarılıyor, sırtıma pıt pıt pıt vuruyor.. Hayat bugünlerde bir tuhaf.. Bana adeta diyor ki dengeye gel!.. “Enerjini nereye harcarsan, oradan verim alırsın.” denir. Ama iş hayatı o kadar da adil bir hayat değil. Herzaman harcadığın enerjinin verimini alamayabilirsin. Ama çocuk yetiştirmek, çocuk ile bağ kurmak, annelik böyle değil. Ne kadar emek harcarsan, enerjini harcarsan o kadar verim alıyorsun. Hiç kimse, hiç bir yer için bu kadar kıymetli olamazsın. En çok kıymet gördüğün yer annelikse, o zaman sence Deniz daha çok ilgiyi, daha çok zamanı haketmiyor mu Pelin? Lütfen bir an önce dengeye gel. Hayatının her alanında..

Çalışan anne olmak ile ilgili diğer yazılarım için buraya ve buraya tıklayabilirsiniz.

Namaste!

Bir gün makyaj yapmak isterse

20141114_175227Bana babamdan geçen bir hassasiyet. Babam anneme özenip tırnağıma oje sürsem kıyameti koparır dövmekten beter ederdi. O tonton, kızını canından çok seven adam gider birden dünyanın en nemrut en asabi Deniz Yarbayı gelirdi karşıma. Makyaj ne kelime! Ondan alışkanlık hiç doğru bulmam çocukta makyajı ojeyi topukluyu “kadın gibi” görünmeyi. Hatta tüylerim diken diken olur. [Read more…]